Nükleer Silahsızlanmayı Sağlamak İçin Oyunun Gidişatını Değiştirmek

LONDRA, 12 Aralık 2012 (IPS) – 25 yıl önce, 8 Aralık’ta Mihail Gorbaçov ve Ronald Reagan Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’nı (INF) imzaladı. Bu tarihi anlaşma, 1980’lerin başlarında Avrupa’ya getirilen ve karadan fırlatılan bir dizi modern silahın –SS20’ler, cruise ve Pershing füzeleri- ortadan kalkmasını sağladı.

Bu gelişme pek çok ana akım askeri ve siyasi uzmanı şaşırttı ama Reagan ile Gorbaçov’un Ekim 1986’da buluştukları Reykjavik Zirvesi’ne kadar gösterdikleri mücadeleyi alaya aldıkları Avrupalı barış aktivistlerince heyecanla karşılandı.

Gorbaçov sivil toplumun bu konuda oynadığı rolü övgüyle anlattı. Birkaç yıl önce kendisine Reagan’a nasıl olup da güvendiği sorulduğunda, ona aslında hiç güvenmediğini, ancak Avrupa barış hareketi ve Greenham Common’daki kadınların ilk adım kendisinden geldiği halde ABD’nin aksi yönde hareket etmemesini sağlayacaklarına duyduğu güven nedeniyle Reykjavik’e gidip nükleer silahsızlanma anlaşmasını önermek yönünde risk aldığını söyledi.

Gorbaçov, Rus ve Amerikalı bilimcilerin olası bir nükleer savaşı takip edecek &com;nükleer kış&com; halinde dünyada yaşamın ne ölçüde ortadan kalkacağını gösteren araştırmalarından etkilendiğini de anlattı.

O günden bu yana, nükleer silahların insani sonuçları üzerine bir yaklaşım ana akım tartışmalarda yer alamıyordu. Hükümet yetkilileri, silah denetçileri, onları fonlayanlar ve güvenlik uzmanları nükleer silahsızlanmanın olağanüstü zor askeri-teknik bir mesele olduğu ve bunu sadece nükleer silah sahibi devletlerin yürütebileceği yönündeki reel politika yaklaşımının güçlenmesini sağladılar.

Böyle bir yaklaşım nükleer silah sahibi devletlerin elini güçlendirirken, silahsızlanma çağrısı yapan nükleersiz ülkeleri de marjinalize ederek yedek kulübesindeki oyunculara dönüştürdü. Soğuk savaş silah kontrol mekanizmasının ana aracı olan Nükleer Silahsızlanma Anlaşması (NPT) uzun zamandır sorunlu bir hal almıştı ancak taraftarları yeterince değişiklikle NPT rejiminin ve izleme mekanizmasının çalışır kalabileceğini umuyordu. Soğuk savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan olanakları harcayan politika yönelimi, gerçek dünyadaki gerçek nükleer tehditleri ele almayı başaramazken, NPT, paradoksal bir biçimde, bir grup ülkenin güvenlik politikalarında nükleer silahların kapladığı rolü güçlendiren bir araç haline geldi.

Bu yüzden, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 23 Kasım’da Ortadoğu’da kitle imha silahlarından arındırılmış bir bölge oluşturulması için yapılan konferansın &com;var olan durum ve bölge ülkelerinin bir konferans için asgari koşullar üzerinden anlaşamamasından dolayı toplanamayacağını&com; açıklaması sürpriz olmadı.

Sadece birkaç hafta önce konferansa katılacağını açıklayan İran, beklendiği üzere bu olanağı değerlendirdi ve 2010 NTP Değerlendirme Konferansı’nda kararı alınan konferansı &com;İsrail’in hatırına engellediğini&com; söyleyerek ABD’yi eleştirdi.

Arap Ligi’nin Genel Sekreteri Nabil Elaraby, konferansının düzenlenememesinin &com;bölgesel ve uluslararası güvenlik düzenini nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda olumsuz etkileyeceğini&com; söyledi.

İsrail Gazze’deki Filistinlileri bombalarken, İsrailliler karşılığında ateşlenen füzelerden zarar görüyor. Nükleer silahlar, güvenlik getirmek bir yana, Ortadoğu, Güney Asya, Kuzeydoğu Asya ve Avrupa gibi kaynayan bölgelere yerleştirildikçe gerçek güvenlik gereklerinin arka planda kalmasına ve barışa yönelik ciddi bir tehdidin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Nükleer caydırıcılık maskesi arkasına saklanan nükleer sahibi devletler, sanki bu silahları kuşanarak başkalarının onları kullanmasından endişe duymayı bırakabileceklermiş gibi &com;nükleer terörizmi önlemek&com;ten bahsederek durumu daha da kötüleştiriyor.

Nükleer Silahları Ortadan Kaldırmak için Uluslararası Kampanya (ICAN), Kızıl Haç ve artan sayıda hükümet tarafından gerçekleştirilen yeni girişimler nükleer silahların insani sonuçları üzerine ilgi doğmasını sağlıyor.

22 Kasım’da Norveç Dışişleri Bakanı Epsen Barth Eide, BM üyesi tüm ülkelerin hükümetlerini 4-5 Mart 2013’te Oslo’da düzenlenecek ve nükleer silahların insani sonuçlarının ele alınacağı konferansa üst düzey temsilcilerini göndermeye davet etti.

Konferansın amacı &com;eldeki verilere bağlı kalarak nükleer silahların yaratacağı insani ve kalkınma odaklı sorunların tartışılması. İlgi duyan tüm hükümetler, BM kurumları, sivil toplum temsilcileri ve diğer ilgili paydaşlar konferansa davetlidir.&com;

Bu konferans, yalnızca ilk patlamanın yol açacağı yanıklar, yangınlar ve milyonlarca insanı etkileyecek radyasyonun etkilerini konuşmak üzere bilim insanları ve doktorları değil; gıda yetersizliğinin yol açacağı açlık, evsiz kalacak milyonlarla ilgilenecek kurumlar da dahil olmak üzere, şu an var olan küresel cephaneliğinin sadece yüzde 1’inin kullanılması halinde yaşanacak nükleer kış gibi uzun vadeli etkilerini de ortaya çıkarmayı amaçlıyor.

Liderlerin –aynı Gorbaçov’un yaptığı gibi- insani ve çevresel açından düşünmesi gerekiyor.

Nükleer silahı olmayan ülkelerin veto haklarını silahlanmış komşularına devredip pasif destekçiler gibi davranmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Geleneksel silah denetimine karşıt olarak, insani silahsızlanma yaklaşımları herkesin bu konuda adım atma yönünde hakkı ve sorumluluğu bulunduğunu kabul ediyor.

Bu amacı gerçekleştirmenin en iyi yolu nükleer silahları yasaklamak ve ortadan kaldırmak Nükleer silahı olmayan ülkeler bir kez kendi güçlerini ve sorumluluklarını fark ettiklerinde, bu yöndeki bir anlaşmanın düşündüklerinden çok daha kolay ve yakında olduğunu görecekler. Hukuki düzlemi değiştirince, böylesi bir anlaşma nükleer sahibi hükümetleri zayıflatarak ve güvenlik çıkarlarıyla ilgili anlayışlarını iyileştirerek tüm oyunu değiştirmiş olacak ve ilelebet yayılma yerine üzerinde ortaklaşılmış bir silahsızlanma hareketi doğuracak. (END/COPYRIGHT IPS)

* Rebecca Johnson, Acronym Institute’ün kurucu ortağı ve yöneticisidir. Aynı zamanda Nükleer Silahları Ortadan Kaldırmak için Uluslararası Kampanya (ICAN) başkan yardımcısıdır.